10 Nisan 2011 Pazar

Çerçeve...

     Karşımda duran çerçevede yıllar öncesinden kalma bir aile tablosu var. Anne desem, Anne diye bağırsam, duyarmış da gelirmiş gibi sanki... Baba desem, Baba; büyürken her yanım acıyor şimdilerde ise kalbim acıyor.

     Hani hiç dolmaz sandığım boşluklar var ya; onlar gerçekten dolmazmış. Birisine karşılıksız güveniyorsan, tüm iyi niyetini verdiysen ve tüm benliğinle seviyorsan, kaçarı yok. Tozlar, pembeler uçup gittiği zaman üzüleceksin. 

     Bazen mutsuz olacaksın. Belki hıçkırıklarla ağlayacaksın. Gözyaşlarının damlalarında boğulan hayallerini göreceksin. Kalp kırıklarını ellerine bata bata toplayacaksın. Geçecek elbet, yine ruhun bahara dönecek. Kalbin kendi şarkılarının notalarını deşifre edecek. Ama hiç kimse içindeki boşlukları kapatacak kadar sevmeyecek seni, tekrarı olmayacak bu aşkın. 

     Yolun sonunda, ya sonsuz huzuru bulacaksın yani yeniden doğacaksın. Yada kendi huzurunu kendi ellerinle sen yaratacaksın.

7 Nisan 2011 Perşembe

Aynı acı bin kere yaşanmaz ki!


     Aynı acı bin kere yaşanmaz ki. Her seferinde içimden kopup gidenleri yakalayamazdım. Bir aşk acısı kaç kere hissedilirdi ki? Kaç kere çekip gidenin ardından nemli gözlerle bakılırdı? Her defasında sevildiğini sanıp sonra suya düşen hayallerini bir cankurtaran gibi nasıl kurtarabilirdin? Her seferinde susmak ve sabretmek, nereye kadar sabrını sınatırsın? İçimin acısı kim bastırabilir ki? Sükûnetimin ardından yükselen isyan çığlıklarımı kim durdurabilirdi?

     Canım yanarken her seferinde geçmiş acılarımı unutup tekrar aynı acıyı çekmek işime geliyordu. Çünkü kalbim bulduğu en ufak ışığa doğru gidiyordu. Belki, belki bir umut vardır diye. Bir sonbahar mevsiminde kurumuş bir ağacın solmuş bir yaprağı gibi yere düştüm. Gecenin alacakaranlığı bir sokak lambasının altında usulca yağan yağmurun damlaları gözyaşlarıma eşlik ederken, içimde bir ağrının giderek yoğunlaştığını hissediyordum. Durdum, düşündüm. Ne kadar olmuştu seni tanıyalı? Yıllar oldu sanki. Ne zamandır seviyordum seni? İlk gördüğüm andan beri. Kaç kere aynı acının üstesinden gelmeye çalıştım? Binlerce kez. Bıkmadan, usanmadan.

     Eski defterleri kapatıp yeni hikâyeler için yeni sayfalar açmıştım. Ama hep aynı hikâyeyi yazmıştım.  Her sayfaya aynı aşkın, benzer acıların izlerini bırakmıştım. Hep susmaya alışmıştım. Acı çekmeye, yaralarımın üstünü örtmeye, kalp kırıklarımı toplamaya alışmıştım. Senden sonra bir nehir ağlamaya alışkındım. Hep bu sefer son deyip tekrar filmi başa sarmıştım. Israrla aynı rolü üstlenmiş ve oynamıştım. 

Ta ki, perde sonsuza dek kapanıncaya kadar  ve son perde.

Babam'a...

     Hayatımın tam ortasında kocaman bir boşluk var. Hiçbir zaman dolmayacak. Gittiğine inanamadım baba, inanamıyorum da. Kendimizi kandırmayalım, biz hiç büyümedik. En azından bu gidişi kabullenecek kadar büyümemiştik.

     Hala içimde hiç dolmayan bir boşluğun sancısı var. Uçurtmasını bulutlara değdirmek isteyen bir çocuğum hala, aklımda gökkuşağının renkleri var. Yorgunum baba, senin yokluğuna direniyorum. Her gün, her gece aklımdan geçen bin bir olağan ve olabilecek senaryoya korkularım var. Gücüm yeter mi? Bu yolda tek başımıza yürümeye bilmiyorum. İçimden bir ses ‘ayakta kal’ diye tüm gücüyle haykırıyor. Ayaktayım, ayakta da kalabilirim. Ama bu yok oluşlar bitsin artık.

     Küçükken her şeyi bir masaldan ibaret zannederdim. Meğer hayat ağır bir roman gibiymiş okunması ve anlaması zor olan. Özlüyorum baba, tahminlerini aşacak kadar yokluğunda üşüyorum sanki her yanım soğuk, içimde bir sancı var gidişinden kalma, sonun başlangıcı misali.

     ‘Her kalp kendi şarkısını söylermiş’ benim için şarkı bitti baba artık benliğim hiçbir bestenin notasını deşifre edemiyor. Son şarkımı söyledim. Sen gittin.